29 Mayıs 2014 Perşembe

Art Nouveau ve '' Peter Behrens''

Peter Behrens, (14 Nisan 1868 – 27 Şubat 1940) dünyanın ilk büyük endüstriyel tasarımcısı ve 'kurumsal kimliğin babası sayılır. Endüstride bütünleştirici bir görsel kimlik ve kalite standardına ulaşmanın ancak tasarımla sağlanabileceğini kavrayan dönemin ilerici AEG (Allgemeine Elektrizitäts-Gesellschaft) genel müdürünün 1907'de Behrens'i AEG'nin görsel kimliğini gerçekleştirmek üzere göreve çağırması , kariyerinin dönüm noktası olmuştur.
Bu konuda yaptığı çalışmalar ;
  1. mimar
  2. endüstri tasarımı
  3. grafik tasarım
olarak üçe ayrılır ve ilk kurumsal kimliktasarım programı olarak kabul edilir.
AEG için hazırladığı elektrikli kullanım aletlerinden soba, saat ve çaydanlık gibi endüstriyel tasarımları, süslemeden uzak sade bir yapıda gerçekleştirilmesi nin nedeni güzelliğin işlevini yaratmasina inanmasıydı. 19. yüzyılda ortaya çıkan bu felsefi tavıra 'Die Neue Sachlichkeit' (yeni nesnelcilik) adı verilmiştir. Mimari dalda ise, 1909'da tasarladığı cam perde duvarlı türbin fabrikası kompleksi mimarlık tarihinin bir kilometre taşıdır.Behrens klasik sanatları tüm görsel sanatlar ve tasarım için kaynak bulmak üzere incelemiştir.
Behrens'in grafik tasarım konusundaki kurumsal kimlik çalışmaları amblem, logotype, broşür, kataloglar, basın ilanları, afişler, ambalajlar, kırtasiye malzemeleri ve 'Behrens kursiv yazısı' gibi tipografik konuları da kapsar. Behrens AEG çalışmasında, ünlü bal peteği biçimini, hazırladığı amblemden, harf karakteri ve mekan düzenlemesine kadar, her türlü tasarımda kullanarak, görsel kimlikte bütünlük sağlamıştır.

Art Nouveau (TürkçeYeni Sanat), zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır. Köklerinin Londra merkezli Arts & Crafts Hareketi'ne dek gittiği söylenebilir. Avrupa ve Amerika’yı etkilemiştir.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuş bu akım Türkiye'de Yeni Sanat ya da 1900 Sanatı olarak adlandırıldığı gibi birçok Avrupa ülkesinde de bölgesel olarak değişik adlarla anılmış, adlara uygun olarak da uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür. Modern StyleYellow Book StyleFin de Siecle StyleJugendstilSecession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Akımın ilk aşamalarında mimarlıktaki gelişmeler daha belirgindir. Kullanılan abartılı barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style (Doğal Stil),Style Coup De Fouet (Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Anguille (Yılanbalığı Stili) olarak da anılmıştır.
Orta Çağ'ın gotik sanatını savunan İngiliz estetikçi ve tarihçi John Ruskin’den etkilenen, Praeraphaelit grubu üyesi William Morris, mutluluğun el emeğiyle elde edilebileceği, işçi kesiminin yaşama sevincine bu tür çalışmalar ile ulaşabileceği inancındaydı. İnsan ile maddenin arasına giren makinenin, dolayısıyla endüstriyel gelişimin güzelliği yok ettiği görüşündeydi. Yalnız ve yalnız insan elinin maddeye can verebileceği, Orta Çağ sanatçılarının eserlerinin mükemmelliğinden aldıkları zevkle özgür ve mutlu olduklarını savunuyordu.
Sosyalist fikirlere sahip William Morris; sanatı el emeği niteliğiyle geniş halk topluluklarına mal etmek suretiyle demokratlaştırmak istemiş, sanat kurumları açmış ayrıca imal ve satışın bir arada gerçekleştiği günümüz meslek okulları niteliğindeki atölye-mağaza olan Morris Company’i açmıştır.
W. Morris’in bakış açısı birçok sanatçı tarafından benimsenmiş, desteklenmiş ; bu yolla el sanatlarına dayalı bir sanat akımı oluşmuştur. Endüstriyel gelişmelerle ev yapımı ürünlerin pahalı kalmasıyla fakir işçi kesim yerine zengin koleksiyonculardan rağbet görmüştür. Kısaca endüstriye yenilmiştir.
Art Nouveau ismi 1896 yılında Paris’te açılmış olan, dekoratif mobilya ve aksesuar satan bir mağazadan gelmektedir. Devlet salonuna kabul edilmeyen sanatçıların da bu tür eşyaların alım satımıyla ilgilenmeye başlamasıyla akım güçlenmiş ve anti akademik bir nitelik kazanmıştır.
Art Nouveau, zamanla klasisizmi reddetmiştir. Bu toplumsal değişimi de yansıtan bir durumdur. Darwin sonrası bir toplumda, tanrının varlığının ancak sorgulanabildiği bir zamanda, insan ruhunun karanlık yanları ortaya çıkmaya başlamıştı. Fin de siecle yani “yüzyılın sonu” sanatçıları ve yazarları sis ve loşluğu, parlak gün ışığına yeğlerler. Paris gece hayatından, dansçılar ve hayat kadınlarından ilham alan grafik çalışmalar mimaride Victor Horta’nınLoie Fuller’e tasarladığı tiyatro binası bunu kanıtlar niteliktedir.
Klasisizme sırtını dönen Art Nouveau sanatçıları ilhamı öncelikle doğada aramışlardır. Bitkisel motifler, kadın figürleri, kıvrılan bükülen çizgiler akımın etkilediği her alanda kullanıldı. Bitkileri ve hayvanları düzenli kompozisyonlarda statik bir formda kullanılarak, eskilerin aksine doğanın dinamik kuvvetleri dile getirilmeye çalışılmıştır.
Demirin yapı malzemesi olarak kullanılması mimari için önemli bir devrim hareketi olmuştur. Demir; metro girişlerinde, yapıların değişik bölümlerinde, günlük yaşam araç ve objelerinde hem fonksiyonel hem de süs olarak değerlendirilmiştir.
Demirin kullanımının yanı sıra Art Nouveau’nun karakteristiklerinden birisi de camın yoğun kullanımı, bunun bir sonucu olarak ışık ve aydınlatma çözümleridir. Aydınlatmanın önem kazanmasıyla cam pencerelerle aydınlatılan merdiven ya da hollerin merkez olarak yerleştirildigi yeni bir plan düzenine gidilmiştir.
Art Nouveau mimarlık sanatı 3 aşamada incelenebilir:
  1. 1896-1900 yılları arasında, başka stillerin yansımalarının net olarak görüldüğü dönemde Neo Barok denilebilecek motifler ve bitkisel bezemeler ön plandadır.
  2. "Gotik'i taklit ya da tekrar etmemeli sadece devam etmeliyiz" diyen Antoni Gaudi yapıtlarında renkli yüzeyler, dalgalı formlar, bol dekorasyon ve organik motifler kullanarak bu akımın ilk örneklerini yaratmıştır. Gotik mimari ve Katalan mimarisinin bir sentezi de sayılan yapıtların her yerinde süsleme öğeleri olarak bükük, kıvrık çizgili hacimler kullanılmıştır.
  3. 1905-1914 yılları arası bir geçiş aşamasıdır. Bu dönemde dekoratif süsler sadeleşmiş, çizgiler stilize edilmiş, eğri çizgiler çokgen ve küpler oluşturmaya başlamıştır.
  4. 1925’te uluslararası stil (İngilizce: Style Internationale) uygulamaya geçmiş; eğriler, geometrik figürler, yoğun dekor, sistematik sadelik, fantezi-fonksiyon paralellikleri oluşmuştur.
Art Nouveau'nun el sanatlarını yayma ilkesi 20. yüzyılda endüstriyel tasarım ilkesini oluşturmuş, el sanatlarının fonksiyonel olması gerekliliği vurgulanmıştır. Mimarlıkta da form fonksiyonu izler. Uluslararası stil de aynı zamanda kübik hacimler oluşturur, düz yüzeyler teras nitelikli katlar ve bu formları tamamlar; yalınlaşan tasarımda yüzeyler dik açılarla birleşir. Bu mimari stilinin tanınmış temsilcileri arasında Le CorbusierWalter GropiusMies van der RoheAlvar Aalto sayılabilir.



http://www.youtube.com/watch?v=O34YVQsFiWY

Yeni Tipografi-Futura Yazı Karakteri-Paul Renner

Paul Renner, (d. 9 Ağustos 1878 – ö. 25 Nisan 1956Alman grafik tasarımcısı ve eğitmendir. Tipografi alanında isim yapmıştır. Futura fontunun tasarımcısıdır. Yeni tipografi denince ilk akla gelen isimlerden biridir. Geometrik modernizm anlayışını benimsemiştir.  Renner el işi deri kitap ciltleri tasarlayarak kendine ek gelir başladı.William Morris örnek ve yüzyıl mimar ve tasarımcıları sonunda arasındaGesamtkunstwerk (sanat toplam çalışma) kavramı ilgi ile hiç şüphesiz esinlenerek, o kısa sürede en "kitabının aksine, sadece bağlamaları tasarımı ile memnun oldu, ve zaman dekoratörler ", seçim ve tipi düzenlenmesi de dahil olmak üzere, içte ve dışta, bir hacim neredeyse tüm tasarım ile ilgili yönleri için sorumlu olma konusunda ısrar etti.
Sonuç olarak, Renner form ve fonksiyon arasındaki ilişki derin bir ilgi gelişti. 1922 yılında, o bir Gotik yazı bir kesinlikle geleneksel tasarım ile yayınlanan typographie als Kunst (Sanat olarak Tipografi) adlı bir öncü kitap yazdı. Sonunda, okunabilirlik için Renner'ın endişe sonra Alman edebiyatı için standart uygun formlar kabul Gotik yararlılığını (ayrıca Blackletter veya Fraktur denir) kağıtlar, sorgulamaya yöneltti. Lederhosen gibi, Renner dedi, Gotik yazı erken yaşta yerinden kalıntıları, nostaljik bir artık vardı.Zürih, 1928 yılında düzenlenen Bavyera Ticaret Okulları gelen iş bir sergi için Renner'ın posteri. Elle çizilmiş kağıtlar Renner'ın sonra yazı Steile Futura önceden tasarlıyor.
Büyük Gotik harfler aşırı süslü ve Almanca bütün isimlerin istifade çünkü, Renner, modern tasarımcılar, daha iyi roman yazı biçimleri kullanmanız (ve gerektiği sonucuna Çünkü, sans "olarak onun bir geç 1920'lerin makalede açıklanan Futura gibi geometrik yazı serif Çağımızın yazı "). "Ulusal çıkar olarak," diye, 1928 yılında savundu "ve bizim harika Alman dilinin çıkarına, nihayet [Gotik yazı karakterlerine] vazgeçmek gerekir."
Renner 1924 yılında Futura ilk çizimler yapılmış, ancak mevcut hale gelmeden önce üç yıl geçti. Bu dönemde, diğer tasarımcılar aynı sorunları ele ve karşılaştırılabilir Modernist yazı gelişmekte edilmiştir.1916 yılında, Edward Johnston Londra Metrosu'nun istasyon nameplates kullanılmak üzere bir geometrik yüz geliştirmiştir; 1926 yılında, Dessau Bauhaus, Herbert Bayer, yazı serif tüm büyük harfleri ortadanUniversal, kendi geometrik sans yayımladı; 1928 yılında, Eric Gill, Gill Sans geliştirilen Johnston Yeraltıyüzünden açıkça türetilmiştir.
Başka bir sonuç Renner (Almanca Yazıcılar için Yüksek Lisans Okulu) Münich Meisterschule für Deutschlands'da Buchdrucker tipografi öğretmek için üç yıl önce işe almıştı Jan Tschichold tarafından Die Neue typographie (Yeni Tipografi) ve 1928 yayın oldu. Die dogmatik denilen Neue typographie yazı biçimleri, asimetrik düzenleri ve ızgara tabanlı geometrik şekillerin sans serif kullanımı için.
Komünist, Tschichold açıkça Bolşevik Devrimi ile sempati vardı asla iken. 1933 Mart'ında Hitler Almanya şansölyesi oldu sadece birkaç ay sonra, Tschichold Naziler tarafından tutuklandı ve ne denirdi dört hafta boyunca düzenlenen "koruyucu gözaltı". Tschichold tutuklanmasını protesto Renner, sadece Kultur-bolschewismus (kültürel Bolşevizm) üzerinde kendi faaliyetleri-özellikle onun açık sözlü kompozisyon üzerinde dikkatini sunulan o anti-Semitik ve anti-komünist propaganda şiddetle eleştirdi vardı ki, bir yıl önce yayınlanan Ulusal Sosyalistler.1931 yılından itibaren Renner'ın kitabı "Mekanize Grafik Tasarım" Yeni Tipografi birkaç ciddi kitaplardan biridir.
Tschichold tutuklanması ve Bauhaus basıldı önce sadece yedi gün sonra bir aydan az, Renner de gözaltına alındı ​​(ve daha sonra Hitler'in yardımcısı Rudolf Hess, Renner'ın ailesinin bir arkadaşının müdahalesi sonrasında ertesi gün serbest) oldu. Kısa bir süre sonra, Naziler gibi Renner kınadı "ulusal güvenilmez." 55 anda, onun öğretim görevden ve hayatının geri kalanı için düzenli bir işte çalışmak yasaktı. Renner bir tanıdık bir olarak tarif ne başvurarak bu aşağılama kurtuldu "iç göç." O grafik tasarım çevirdi, ve 1939 yılında etkili bir kitap, Die Kunst der typographie (Tipografi Sanatı) yayımlandı. İronik, iki yıl sonra, Naziler Yahudi yazıcılar tarafından terfi iğrençlikleri gibi Gotik yazı biçimleri kınayan ve devlet-yaptırıma Kılavuzu Harf olmak roman yazı ilan, tipografi kendi politikasını tersine.
Tschichold, Bayer ve evlerinden kaçan diğer önde gelen tasarımcılarının aksine, Renner o olmayı anlaşılır acı olsa, Almanya'da kalmayı tercih etti "kendi ülkesinde bir sürgün." Renner 1956 yılında öldü. Hayatının son yıllarında, o bir kalp krizi geçirdi kadar, hâlâ, yazma, boyama kitapları ve puntolar tasarımı, sanat ve zanaat, form ve fonksiyonu, gelenek ve yenilik arasındaki sınırları çapraz için çalışıyordu .

Yeni Tipografi;
Grafik tasarım alanında 20. yy'ın başında ortaya çıkan yaratıcı yeniliklerin büyük bir kısmı, modern sanat hareketlerinin bir uzantısı olarak meydana gelirken, bu hareketlerden bağımsız olarak çalışan birçok tasarımcı da "Yeni Tipografi"
adı altında önemli gelişmeler ortaya koymuştur..Bu tasarımcılar öncelikle estetiği işlevin yaratacağı ilkesinden yola çıkarak, dolaysız bir görsel anlatım biçimi kurmaya çalışırken, tasarımcının konumunun her zaman işlevsel olması gerektiğini savunmuşlardır..Konstrüktivist düşüncelerin tipografiye uyarlanması 
üzerine kuramlar geliştirerek, Modernist kuramları gündelik baskı sistemlerine uygulanacak bir biçime getiren ve bu yeni tipografiyi büyük kitlelere tanıtan sanatçı Jan Tschichold'dur.. 1928'de yazdığı "Die Neue Typographie" (Yeni Tipografi ) adlı kitabında, yeni tipografinin süslemeden kaçınarak, yalnız iletişim işlevine cevap verecek biçimde planlanacak olan akılcı bir tasarıma dayanması gerektiğini savunmuştur.. Bu dönemde, her türlü kalınlık ve boyutlardaki serifsiz 
yazı, modern harf karakteri olarak kabul edilmiştir..
Tasarımlar ise geometrik bir grid üzerinde planlanarak, strüktür, denge ve vurgulama için genellikle çizgiler ve şeritlerden yararlanılırken, görüntü olarak fotoğrafın nesnelliği ve ayrıntılı netliği yeğlenmiştir..Yeni Tipografi'nin özgün tasarımcılarından biri olan Hollandalı Piet Zwart da Dada hareketinin devingen yapısıyla De Stijl'in işlevselliğini ve biçimsel niteliğini biraraya getirerek, görünüşte birbiriyle çelişen bu iki hareketten bir sentez yaratmıştır..

Picasso ve Matisse'in resmin malzemesine yeni bir anlayış getirmeleri gibi, Zwart da geleneği yıkarak, grafik tasarımın malzemesine yeni bir görsel anlatım kazandırmıştır..Harf karakterlerinin, metnin içeriğine ters düşmemesi aksine onu görsel olarak da desteklemesi gerektiğini savunan Zwart, bu düşüncesini, geleneksel tipografinin statik uyuma dayanan yapısını kırıp, ritmik-dinamik bir kompozisyon anlayışı geliştirerek tasarımlarına uyarlamıştır..Sözcüğün görsel yanı elverdiği sürece, kurnazca ve esprili bir biçimde, çağrışımlardan yararlanarak yaptığı oyunlarla hem tipografiye yeni bir canlılık kazandırmış hem de okumayı çekici hale getirmiştir..Ancak tipografiyle yaptığı bütün oyunlara karşın, işlevsel ve amaca yönelik tasarım yapma ilkesine sadık kalması nedeniyle, sonuçta işlevsel tipografiye yeni bir üslup getirmiş ve bu çabası tasarıma yaptığı en önemli katkılardan biri olmuştur..

Bir başka Hollandalı sanatçı Hendrik N.Werkman (1882-1945) ise, çalışmalarında dizgi malzemesi, mürekkep ve mürekkep merdanesi kullanarak, yalın sanatsal ifadeler yaratmıştır..Werkman'ın, tasarımlarında hazır unsurlar kullanması, Dadacılar'ın özellikle fotomontajda uyguladıkları yaratıcı süreci çağrıştırmaktadır..Lissitzki gibi, Werkman da harfi, yazıyla iletişim kurmanın dışında, somut görsel bir biçim olarak kullanmıştır..Bu dönemin ünlü Hollandalı grafik tasarımcılarından biri de Paul Schuitema'dır (d. 1897-?)..
Schuitema, Yeni Tipografi'nin ustalarından biri olarak, Konstrüktivizm ve De Stijl'in ilkelerini reklamcılığa uyarlamıştır..

Fotoğrafın, bir ilelişim aracı olarak kullanılmasına önemli katkılarda bulunan İsviçreli fotoğrafçı ve tasarımcı Herbert Matter (1907-? ) fotomontaj tekniğiyle ve birden fazla negatifi üst üste basarak ilginç afiş tasarımları gerçekleştirmiş, turistik afişe yeni bir anlatım getirmiştir..Matter ayrıca, aşırı boyut farklılığıyla ve 
siyah-beyaz fotoğrafa renk ekleyerek tasarım etkinliklerl yaratmıştır..

1930'larda fotoğrafı grafik tasarımda kullanan bir başka yenilikçi sanatçı İsviçre'li Walter Herdeg olmuştur..Herdeg, İsviçre'nin turistik bölgeleri için reklam ürünleri tasarlarken, kolaj yaptığı fotoğraf görüntüleriyle dinamik kompozisyonlar yaratmıştır..Yeni Tipografi alanında son derece özgün çalışmalar gerçekleştiren tasarımcılardan Hollandalı Willem Sandberg de II. Dünya Savaşı yıllarında ortaya koyduğu "experimenta typographica" (tipografik denemeler) adlı tasarımlarını savaştan sonra yaptığı çalışmalarında kullanmıştır..Tasarımlarında simetriye karşı çıkarak, parlak ana renkleri dramatik bir biçimde, karşıtlıklardan da yararlanarak kullanmayı yeğleyen sanatçı, kompozisyonlarında ve serifsiz yazılarla, kağıttan yırtarak elde ettiği büyük kalın harf biçimlerini birarada kullanmıştır..

Grafik tasarımda "Yeni Tipografi'nin ilkeleri, Rusya ve Hollanda'da başlamış, Bauhaus'ta kristalize olmuş ve en açık anlatımını Tschichold'da bulmuştur.. 20. yy'ın ussal ve bilimsel anlayışı bu uygulamalarla grafik bir ifade kazanmıştır..Yeni Tipografi, yaratıcılığı kısıtlamak yerine, tasarımcıları işlevsel ve etkili bir görsel
iletişim geliştirmeye itmiştir..

Futura;
ilk defa 1927 yılında Paul Renner tarafından kullanılmaya başlandı ve bugün hala en çok kullanılan fontlardan biri. 1928 yılında Light, Medium, Bold ve Bold Oblique fontlarından sonra, 1930 yılında Light Oblique, Medium Oblique, Demibold ve Demibold Oblique yazı karakterlerinin sunulmasıyla font ailesihızlıca gelişti. 1932 yılında Book, 1939 yılında Book Oblique ve 1952 yılında Edwin W. Shaar tarafından hazırlanan Extra Bold yazı karakteri ile aileye eklemeler yapıldı.
Net bir karakter olması sebebiyle birçok marka tarafından logo ve reklamlarında tercih edilen bir karakter oldu. Volkswagen, Shell Petrol ve 2010 yılına kadar IKEA, Futura fontunu kullanmışlardır. Markaların yanında filmlerin (American Beauty [1999], V for Vendetta) ve dizilerin de (Susam Sokağı Amerika versiyonu) Futura fontunu tercih ettikleri olmuştur.
85 yılı geride bırakmış olmasına rağmen popülaritesini kaybetmemiş olan bu olağanüstü fontun yaratıcısına saygı duymak adına Paris ESAG’dan iki öğrenci Thibault de Fournas ve Christopher Wilson aşağıdaki videoyu hazırlamışlar.
http://vimeo.com/33434885#at=0

1 Ocak 2014 Çarşamba

Empresyonist Sanat / Sanatçı “Paul Cézanne”

Empresyonist Sanat / Sanatçı “Paul Cézanne”





Emperestyonis Sanat


İzlenimcilik veya empresyonizm, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını, özellikle resmi etkileyen akım. Doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimleri, duygusal izleri yansıtmayı hedefler. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı objektif bir gerçek olarak değil, kendilerinde yarattığı izlenimi resme (veya edebi esere) aktarırlar.
Resimde izlenimcilik, özellikle ışık ve renkten kaynaklanan görsel izlenimleri yansıtmayı hedefler. Resmedilen nesnelere veya olaydan çok günün belirli bir zamanına özgü ışığın sanatçı üzerinde yarattığı izlenimlere önem verilir. Akımın öncüleri Claude Monet ve Camille Pissarro'dur.
İzlenimcilere göre sanatçı doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalı, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumu ön plana çıkarmalıdır.
İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşır. Bu akıma mensup sanatçılar genellikle hayale ve soyut betimlemelere yer verirler ve kendilerini dış dünyanın etkilerinden uzak tutarlar. Onlara göre dış alemdeki varlık ve nesneler göründükleri gibi değil, hayal güçlerinde canlandırdıkları gibidir. Bu sebepten dolayı da gerçeği göründüğü gibi ele almayıp duygusal yönlendirmelerin eşliğinde eserlerine işlemişlerdir.




  • İzlenimciliğin Özellikleri

  • Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duy
  • Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.
  • Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
  • Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
  • Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
  • Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
  • Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır. 
  • Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür. 
  • Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
  • Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
  • Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
  • Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.

    Resimde Temsilcileri:  Auguste Renoir Claude Monet Van Gogh Sisley Cezanne Camille Pissarro Müzikte Temsilcileri:   

    Edebiyatta Temsilcileri: Rilke

    Türk Edebiyatındaki temsilcileri: Ahmet Haşim Cenap Şahabettin




  •  Sanatçı “Paul Cézanne”




  • Paul Cézanne (19 Ocak 1839 - 22 Ekim 1906), Fransız post-empresyonist ressam ve gezginModern sanatın gelişmesine yaptığı katkılar ve etkisi nedeniyle çoğu zaman modern sanatın babası olarak anılmıştır. Empresyonizm ile kübizm arasında bir köprü oluşturmuştur.


  • Hayatı ve Çalışmaları

  • Cézanne Aix-en-Provence'da doğmuş ve orada okula gitmiştir. 1859-1861 arasında hukuk okurken resim dersleri almıştır. 1861 yılında resim sanatını öğrenmek için Paris'e, çocukluk arkadaşı Emile Zola'nın yanına gitmiştir. İsviçre Akademisi'nde ve Louvre'da çalışmıştır. Renoir, Pissaro, Sisley, Guillaumin gibi sanatçılarla tanışmıştır. Delacroix, Courbet, Manet'ye karşı hayranlık duymuştur. Güzel Sanatlar Akademisi'nin giriş sınavlarında başarılı olamamış ve bu sebeplede Aix'e geri dönmüştür. Bütün zamanını resme ayırmıştır ve Salon'a gönderdiği bütün tabloların geri çevrilmesine karşın resim çalışmalarını sürdürmüştür. Eski İtalyan ustalarının yapıtlarını kopya ederek, portreler, natürmortlar ve bazen de manzara resimleri yapmıştır. Paris Salon jürisi Cézanne'in eserlerini gösterime sunmayı 1864'den 1869'a kadar her sene reddetmiştir. Bu nedenle Cézanne tablolarını ilk kez, Paris Salon tarafından reddedilmiş eserlerin gösterime sunulduğu Salon des Refusés'de 1863 yılında gösterime sunmuştur. Yaşamı boyunca eserleri nadiren gösterime sunmuş, sakin bir hayat yaşamış, belli başlı birkaç konuda resim yapmayı tercih etmiştir.
    Bu dönemde yaptığı çalışmalar arasında Ressamın Babası, Zenci Scipio (1865, Sao Paulo Müzesi), Louis-Auguste Cezanne'in l'Evenement'i Okurken Portresi (1866), Pamuk Takkeli Adam (1865-67), Ressam Achille Emperaire'ın Portresi (1866), Zola'yı Okuyan Paul Alexiş (1869), Hasır Şapkalı Boyer'ın Portresi (1869-70) ve Magdalen ya da Elem (1866-68) adlı resimleri, Siyah Mermer Saat (1869-70, özel kol., Amerika) ve Teneke Çaydanlıklı Natürmort (1869-70) adlı natürmortları ve Estaque'da Eriyen Karlar (1870) ve Şarap Pazarı (1872) adli manzaraları sayılabilir. Bu eserlerde kalın renk katları ve siyah gölgeler dikkati çeker. Siyah, kahverengi, gri ve Prusya mavisinin ağır bastığı köyü ve kasvetli renklere ek olarak alışılmadık bir beyaz renk kullandığı görülür.
    Cezanne'in Empresyonistlerle ve özellikle İsviçre Akademisi'nde tanıştığı Pissarro ile olan dostluğu onun dönük renkleri bırakarak Empresyonistlerin parlak, açık tonlu renklerini kullanmasını sağlamıştır. Kalın renk katmanları tekniğinden vazgeçip hafif fırça vuruşlarıyla noktalama yöntemine yönelmiş, pıhtılaşmış gibi görünen yüzeyler kullanmıştır. 1872-82 yılları arasındaki bu dönem Cezanne'in Empresyonist dönemidir. Modern Bir Olympia (1873), Asılmış Adamın Evi (1873, Louvre Müzesi, Paris), Yidizciçekleri (1875), Kırmızı Koltuklu Madame Cezanne (1877, özel kol., Amerika), Victor Chocquet'nın Portresi (1876-77), L'Estaque (1878-79, Louvre), Pontoişe'da Cote dü Jalais (1879-82) Kavaklar (1879-82) ve Maincy Köprüsü (1879, Louvre) gibi birçok ünlü eseri bu döneme aittir.
    Cezanne'in izlenimciliğin kurallarından ayrılan sanatı hızla, daha yalıncı ama daha çok işlenmiş ve yapıya daha çok önem veren bir tutuma doğru gelişti. Tarzını düş gücünden ve gözlemlerinden kaynaklanan ögelerle zenginleştirdi. Desen gücü ile renklerin anlatım duyarlılığını birleştirdi. Klasik perspektif kurallarına pek uymayan Cezanne'in tutumu sonradan büyük ölçüde etkilediği Kübistlere öncü oldu.
    Bu arada 1886 yılında Emile Zola ile L'Oeuvre isimli romanı yüzünden araları açıldı. Hortense Fiquet ile evlendi. Karısının Portreleri, Mavi Vazo ve Sepetli Natürmort (Louvre) Kırmızı Yelekli Çocuk (18900-95), Cezveli Kadın (1890-95, Louvre) ve Kağıt Oynayanlar (1890 yıllarında çeşitli versiyonları), Gustave Geffroy'un Portresi (1895) ve Bir Soytarı adlı tablolarıyla sanatı dengeye ve yetkinliğe ulaştı.
    Çalışmalarında derinliği kaldıran sanatçı katlama bir perspektif uyguladı. Peppermint Lisesi, Elmalar ve Portakallar (1895-1900, Louvre) gibi natürmortları bu yönelisi vurgulayan başlıca yapıtlardır.
    Sanatçının son on yıllık dönemi lirik dönemi olarak bilinir. Bu dönemde belli bir lirizme ve daha özgür fırça vuruşlarına yönelerek gösterişli ve cüretkar yapıtlar verdi. Aynı zamanda daha hızlı bir yöntem olan suluboya tekniğini de kullanıyordu. Eserlerinde henüz başlamakta olan kübizme özgü kesin akılcı yaklaşımın belirtileri seçilir. Aynı zamanda renkleri ve biçimleri lirik bir anlayışla kullanan Fovist akımın özellikleri de göze çarpar. Sainte-Victoire Dağı, Annecy Gölü (1896), Bibemuş'daki Kayalar ve Dallar (1904) ve Kara Sato (1904-06) adlı tabloları bu tarz çalışmalardır. Yaşamının son yıllarında gerçekleştirdiği Les Grandeş Baigneuses-Yıkanan Kadınlar (1902-06) adlı tablosuyla Cezanne'in sanatı doruk noktasına ulaşti. Bu tablo, ritmik kompozisyonu, kesin hatlarla üst üşte konulmuş düzlemleri ve resmin bütününün taşıdığı uyumla görkemli bir eserdir ve Picasso'nun hemen hemen aynı zamanlarda yaptığı Avignon'lü Genç Kızlar adlı tablosunu anımsatır.

    Yıkanan Kadınlar(1906)

    Sainte-Victoire Dağı(1904)
    Cezanne'in yapıtları, özellikle 1907'de Paris'te açılan Salon d'Automne'dan sonra XX. yy. resminin en önemli kaynakları arasında sayıldı. Cezanne, sonradan modern resmin doğmasına yol açacak olan fovlar, kübistler ve soyut sanatçılar gibi yeni kuşağı büyük ölçüde etkiledi.
    Cézanne, 1906'da fırtına esnasında dışarıda resim yaparken rahatsızlanmış, bir hafta sonra, 22 Ekim'de zatürreden vefat etmiştir. 20. yüzyıl modernistlerine göre Cézanne modern resimin babasıdır.


  • 19 Aralık 2013 Perşembe

    Emevi Abbasi Sanatı


    Abbâsî Sanatı


    Samara Ulu Camii minaresi.
    İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrapminber,minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.
    Abbâsîlerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdad şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdad şehiri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti.[kaynak belirtilmeli] Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. HalifeHarun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirtmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdad şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.
    Samarra, Dicle kenarında Bağdad’ın yakınındadır. Bağdad’ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır[kaynak belirtilmeli]. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş.
    Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.
    Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.
    Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır.[kaynak belirtilmeli] Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.



    Emevî Sanatı

    Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok camisaraykale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı;YunanBizansİran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir.
    I. Velid döneminde (705-715Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker.
    Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk, kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır.
    Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribat idi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun yolculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü.



    Abbasi Sanatı ve Abbasi Sanat Eserleri Hakkında Bilgi
    750 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesi ile birlikte devletin merkezi Şam’dan Bağdat’a taşınmış, İslam sanatı da doğuya doğru bir yayılma göstermiştir. Abbasi Devleti (750-1258) en güçlü dönemini Halife Harun Reşit ve oğulları zamanında yaşamıştır. Bu dönemde bir yandan fetihler sürdürülmüş, diğer yandan da kültür ve sanat etkinliklerine ağırlık verilmiştir.
    Abbasiler, Emevilerin camilerde kullandıkları transept plan yerine kûfe plan tipini benimsemişlerdir. Bu tip camiler, ibadet mekânı ve revaklı avludan oluşur ve üzerleri düz çatı ile örtülüdür.
    Yapılarda malzeme olarak taş yerine kerpiç ve tuğlayı yeğleyen Abbasiler, süslemede de Emevilerin kullandıkları mozaik ve freskonun yerine stuko (alçı) ve tuğla kullanmışlardır. Stu-ko, tutkalla karıştırılmış alçı ve mermer tozundan oluşmuş, mermere benzeyen bir karışımdır. Stuko, duvar kaplamaları ile duvar ve tavan süslemesinde kullanılır.
    Son yıllarda Irak’ın işgaliyle sonuçlanan iki savaş sonucunda Irak’taki sanat eserleri büyük zarar görmüştür. Bu eserlerin restorasyonu için hem Türkiye hem de UNESCO, Irak’a çeşitli yardımlarda bulunmuştur.
    a. Dinî Mimari
    Bu dönem dinsel yapılarına Samarra Ulu Camisi, Ebu Dülef Camisi ile ilk türbe örneği olan Kubbetü’s Süleybiye ve Kahire’de Tolu-noğlu Ahmet Camisi örnek verilebilir.
    Samarra Ulu Camisi (848-852): Halife Mütevekkil tarafından yaptırılan yapı, İslam dünyasının en büyük camisidir. Yapıda malzeme olarak tuğla ve kerpiç kullanılmıştır. Kûfe planlı yapının mihrap duvarına uzanan 25 sahnı vardır. Avlunun kuzey cephesi üç, doğu ve batı cephesi dört sıra revaklıdır. Yapının üzerini örten düz çatı, sekizgen payelere oturur.
    Bugün yalnızca yuvarlak kulelerle çevrili dış duvarları  ve minaresi kalmıştır.
    Samarra Ulu Camisi’nin büyük bir minaresi vardır. Malviye tipinde 58 metre yükseklikteki minareye geniş rampalarla çıkılmaktadır.
    Caminin bezemelerinde bitki motifli mozaikler, süsleme malzemesi olarak da stuko ve tuğla kullanılmıştır.
    Gerek Samarra Ulu Camisi’nde gerekse Ebu Dülef Camisi’nde sivri kemerin kullanılmaya başlanması, Türk sanatının etkilerinin izleridir.
    Tolunoğlu Ahmet Camisi (879): Mısır’da kurulan Tolunoğulları Devleti’nin kurucusu Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Sivri kemerleri, süslemeleri ve tuğla mimarisiyle Türklere ait bir yapıdır.
    Kûfe plan tipindeki cami, üç yanı çifte re-vakların çevirdiği bir avlu ile güney duvarına paralel beş sahından oluşan ibadet mekânı bölümünden ibarettir.
    Tuğla bir yapı olmasına karşın caminin sütunlarında mermer malzeme kullanılmıştır.
    Caminin rampalarla çıkılan Samarra Ulu Ca-misi’nin minaresini andıran bir minaresi vardır.
    Bu dönemde yapılan camilerden birisi de Samarra’daki Ebu Dülef Camisi (861-862)’ dir.
    Kubbetü’s Süleybiye Türbesi (862): Samarra’da bulunan bu yapı İslam sanatının ilk türbesi olarak kabul edilir. İç içe iki sekizgen duvardan oluşan yapının ortasında kubbe ile örtülü merkezî bir bölüm vardır. İki sekizgen duvar arasında bir çevre koridoru bulunmaktadır. İç sekizgen dört kapılıdır. Dış sekizgenin kenarlarında bulunan kapılar, yapılan restorasyon sonucu bugün pencereye dönüştürülmüştür.
    b. Sivil Mimari
    Abbasiler kurdukları kentlerin planlamasında yeni bir anlayış getirmişlerdir. Kentlerini yuvarlak olarak planlamış, kent merkezinde önemli yapılarını konumlandırmışlardır. Bu kentlerin en önemlileri Bağdat, Samarra ve Rakka’dır.
    Bunlardan Samarra; Dicle ırmağının doğu yakasında, 836 yılında Halife Mutasım tarafından, Türk askerleri için kurulmuştur.
    Abbasiler Dönemine ait sivil yapılardan saray ve evler bu kentlerde yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Abbasi sarayları, Emevi saraylarına benzer. Ancak Emevi saraylarındaki taş ve mozaik süslemeler yerini alçı (stuko) süslemelere bırakmıştır.
    Ukheydir Sarayı (778): Kerbela’nın 48 km kadar batısında, Halife el-Mansur tarafından yaptırılmıştır. Giriş bölümü, tören avlusu ve kabul salonundan oluşan saray Meşatta Sarayı’na benzer. Sivri kemerlerin kullanıldığı yapının nişleri ve stuko süslemeleri dikkat çekicidir. Emevi sarayları gibi dıştan oldukça korunaklıdır.
    Balkuvara Sarayı (854): Halife Mütevekkil tarafından Dicle nehrinin kıyısında yaptırılmıştır. Nehirden 15 m yüksekte bulunan sarayın etrafı, yarım silindir kulelerle desteklenmiş bir duvarla çevrilmiştir.
    Tören salonları, arka arkaya sıralanan avluları bulunan saray; ahşap, mermer, stuko ile dekore edilmiştir. Freskolar üzerinde insan ve kuş figürleri yer alır.