19 Aralık 2013 Perşembe

Emevi Abbasi Sanatı


Abbâsî Sanatı


Samara Ulu Camii minaresi.
İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrapminber,minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.
Abbâsîlerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdad şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdad şehiri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti.[kaynak belirtilmeli] Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. HalifeHarun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirtmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdad şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.
Samarra, Dicle kenarında Bağdad’ın yakınındadır. Bağdad’ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır[kaynak belirtilmeli]. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş.
Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.
Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.
Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır.[kaynak belirtilmeli] Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.



Emevî Sanatı

Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok camisaraykale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı;YunanBizansİran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir.
I. Velid döneminde (705-715Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker.
Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk, kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır.
Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribat idi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun yolculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü.



Abbasi Sanatı ve Abbasi Sanat Eserleri Hakkında Bilgi
750 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesi ile birlikte devletin merkezi Şam’dan Bağdat’a taşınmış, İslam sanatı da doğuya doğru bir yayılma göstermiştir. Abbasi Devleti (750-1258) en güçlü dönemini Halife Harun Reşit ve oğulları zamanında yaşamıştır. Bu dönemde bir yandan fetihler sürdürülmüş, diğer yandan da kültür ve sanat etkinliklerine ağırlık verilmiştir.
Abbasiler, Emevilerin camilerde kullandıkları transept plan yerine kûfe plan tipini benimsemişlerdir. Bu tip camiler, ibadet mekânı ve revaklı avludan oluşur ve üzerleri düz çatı ile örtülüdür.
Yapılarda malzeme olarak taş yerine kerpiç ve tuğlayı yeğleyen Abbasiler, süslemede de Emevilerin kullandıkları mozaik ve freskonun yerine stuko (alçı) ve tuğla kullanmışlardır. Stu-ko, tutkalla karıştırılmış alçı ve mermer tozundan oluşmuş, mermere benzeyen bir karışımdır. Stuko, duvar kaplamaları ile duvar ve tavan süslemesinde kullanılır.
Son yıllarda Irak’ın işgaliyle sonuçlanan iki savaş sonucunda Irak’taki sanat eserleri büyük zarar görmüştür. Bu eserlerin restorasyonu için hem Türkiye hem de UNESCO, Irak’a çeşitli yardımlarda bulunmuştur.
a. Dinî Mimari
Bu dönem dinsel yapılarına Samarra Ulu Camisi, Ebu Dülef Camisi ile ilk türbe örneği olan Kubbetü’s Süleybiye ve Kahire’de Tolu-noğlu Ahmet Camisi örnek verilebilir.
Samarra Ulu Camisi (848-852): Halife Mütevekkil tarafından yaptırılan yapı, İslam dünyasının en büyük camisidir. Yapıda malzeme olarak tuğla ve kerpiç kullanılmıştır. Kûfe planlı yapının mihrap duvarına uzanan 25 sahnı vardır. Avlunun kuzey cephesi üç, doğu ve batı cephesi dört sıra revaklıdır. Yapının üzerini örten düz çatı, sekizgen payelere oturur.
Bugün yalnızca yuvarlak kulelerle çevrili dış duvarları  ve minaresi kalmıştır.
Samarra Ulu Camisi’nin büyük bir minaresi vardır. Malviye tipinde 58 metre yükseklikteki minareye geniş rampalarla çıkılmaktadır.
Caminin bezemelerinde bitki motifli mozaikler, süsleme malzemesi olarak da stuko ve tuğla kullanılmıştır.
Gerek Samarra Ulu Camisi’nde gerekse Ebu Dülef Camisi’nde sivri kemerin kullanılmaya başlanması, Türk sanatının etkilerinin izleridir.
Tolunoğlu Ahmet Camisi (879): Mısır’da kurulan Tolunoğulları Devleti’nin kurucusu Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Sivri kemerleri, süslemeleri ve tuğla mimarisiyle Türklere ait bir yapıdır.
Kûfe plan tipindeki cami, üç yanı çifte re-vakların çevirdiği bir avlu ile güney duvarına paralel beş sahından oluşan ibadet mekânı bölümünden ibarettir.
Tuğla bir yapı olmasına karşın caminin sütunlarında mermer malzeme kullanılmıştır.
Caminin rampalarla çıkılan Samarra Ulu Ca-misi’nin minaresini andıran bir minaresi vardır.
Bu dönemde yapılan camilerden birisi de Samarra’daki Ebu Dülef Camisi (861-862)’ dir.
Kubbetü’s Süleybiye Türbesi (862): Samarra’da bulunan bu yapı İslam sanatının ilk türbesi olarak kabul edilir. İç içe iki sekizgen duvardan oluşan yapının ortasında kubbe ile örtülü merkezî bir bölüm vardır. İki sekizgen duvar arasında bir çevre koridoru bulunmaktadır. İç sekizgen dört kapılıdır. Dış sekizgenin kenarlarında bulunan kapılar, yapılan restorasyon sonucu bugün pencereye dönüştürülmüştür.
b. Sivil Mimari
Abbasiler kurdukları kentlerin planlamasında yeni bir anlayış getirmişlerdir. Kentlerini yuvarlak olarak planlamış, kent merkezinde önemli yapılarını konumlandırmışlardır. Bu kentlerin en önemlileri Bağdat, Samarra ve Rakka’dır.
Bunlardan Samarra; Dicle ırmağının doğu yakasında, 836 yılında Halife Mutasım tarafından, Türk askerleri için kurulmuştur.
Abbasiler Dönemine ait sivil yapılardan saray ve evler bu kentlerde yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Abbasi sarayları, Emevi saraylarına benzer. Ancak Emevi saraylarındaki taş ve mozaik süslemeler yerini alçı (stuko) süslemelere bırakmıştır.
Ukheydir Sarayı (778): Kerbela’nın 48 km kadar batısında, Halife el-Mansur tarafından yaptırılmıştır. Giriş bölümü, tören avlusu ve kabul salonundan oluşan saray Meşatta Sarayı’na benzer. Sivri kemerlerin kullanıldığı yapının nişleri ve stuko süslemeleri dikkat çekicidir. Emevi sarayları gibi dıştan oldukça korunaklıdır.
Balkuvara Sarayı (854): Halife Mütevekkil tarafından Dicle nehrinin kıyısında yaptırılmıştır. Nehirden 15 m yüksekte bulunan sarayın etrafı, yarım silindir kulelerle desteklenmiş bir duvarla çevrilmiştir.
Tören salonları, arka arkaya sıralanan avluları bulunan saray; ahşap, mermer, stuko ile dekore edilmiştir. Freskolar üzerinde insan ve kuş figürleri yer alır.



7 Kasım 2013 Perşembe

Çin Sanatı ve Yeşim Taşı

Çinliler, Yang-şao ve Lung-mın boyalı çömlekçilik ürünlerinden de anlaşılacağı gibi, cilalı taş devrinden başlayarak, süsleme sanatına büyük bir beğeniyle eğilmişlerdir, daha sonra insanların tarlada çalışması azaldığı ölçüde, sanat etkinlikleri de çeşitlilik kazanmıştır. Çin sanatının özgün niteliği, geleneğe bağlılıktır (çok sonraları, çömlekçilik alanında yeniden ele alınacak tunçtan yapılma bazı arkaik biçimler, günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır); bununla birlikte, geneğe bağlılık Çin sanatını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilememiştir: Çinli sanatçı ve zanaatçı, her zaman yeni birşey bulmayı bilmiş, sanatı günlük yaşamın en ince ayrıntılarına kadar yaygınlaştırmayı başarmıştır.. Öte yandan Çin sanatının kendi içine kapanıp kaldığını düşünmek de yanlış olur, çünkü Çinliler yabancıların katkılarını kendi kültür miraslarına katmayı bilmişlerdir. Üstelik, Çin sanatının en yaratıcı dönemleri, yabancılarla ilişkilerin arttığı dönemlerdir.

El sanatları

Çin'de heykeltraşlık, metal işleri, dokuma ve nakış, halk resimleri, seramik ve vernikli eşyalar gibi çeşitli el sanatları yanısıra kağıt işleri, fenerler, uçurtmalar ve oyuncaklar gibi geleneksel halk sanatları bulunmaktadır. Çin'de üretilen yeşim, fildişi oyma, emaye, nakış ve porselen eşyalar bütün dünyada ün kazanmıştır.
Çin'in başlıca yeşim oymacılık merkezleri Beijing, Shanghai, Guangzhou, Liaoning, Jiangsu ve Xinjiang'dadır. Büyük oyma yeşim esyalar arasında buhurdanlıklar, vazolar, şekiller, kuşlar, hayvanlar ve çiçekler bulunmaktadır. Küçük yeşim eşyalar ise broşlar, yüzükler, ağızlıklar ve mühürler bulunmaktadır. Büyük fildişi oyma merkezleri ise her biri kendi tarzını geliştirmiş olan Beijing, Guangzhou ve Shanghai'da bulunmaktadır. Beijing, yuvarlak ve öteki güzel renkli eşyalar üzerindeki gerçeği andıran insan şekilleri ile ün kazanmıştır. Guangzhou da zarif bir şekilde oyulmuş ortak merkezli fildişi toplar, gemiler ve çiçekli kulelerle tanınmıştır. Shanghai kentinde tatlısu midyeleri ve balıklarını tasvir eden benzersiz zariflikteki fildişi oyma eşyalar üretilmektedir. Minyatür fildişi oyma sanatı Beijing ve Shanghai'da da gelişmiştir. Sanatkârlar, bir pirinç tanesi büyüklüğündeki küçük fildişi parçaları üzerine manzara veya uzun metinleri oymaktadırlar. Yaptıkları iş gerçekten mucizevi görünmektedir.
Emaye ürünleri ise bir metal kaba döküm üzerine bakır şeritleri özenli bir şekilde yerleştiren sanatkârlar tarafından yaratılan dekoratif emaye eşyalardan oluşmaktadır. Şeritler iÇindeki alanlar daha sonra farklı renklerdeki emaye hamurları ile doldurulmakta ve bakır şeritler lehimlenmektedir. Bu şekilde hazırlanan emaye eşya, ateşte pişirildikten sonra cilalanıp süslenerek metal ve emayenin gözalıcı bir bileşimi oluşturulmaktadır. Süs amaçlı emaye eşyalar arasında tabaklar, vazolar, buhurdanlıklar ve kavanozlar; kullanılan eşyalar ise masa lambaları, meyve tabakları, şeker kavanozları ve kirtasiye veya sigaralıklar bulunmaktadır. Başlıca emaye eşya üretim merkezi Beijing'dir. Ürünlerinin bir çoğu seçkin yabancı konuklara sunulacak değerli hediyeler olarak seçilmektedir.
Sanatkârlar, istenen desen, renk, ton ve mekânsal etkileri oluşturmak iÇin bir kaç düzine dikiş türü kullanmaktadır. Çin'deki dört meşhur nakılş tarzı, Suzhou, Hunan, Sichuan ve Guangdong tarzlarıdır. Suzhou nakış ürünleri, kedileri ve kırmızı balıkları, Hunan nakış ürünleri aslanları ve kaplanları; Sichuan nakış ürünleri sazanları, horozları ve horozibikleri, Guangdong nakışı ise sıcak bir şekilde dekore edilmiş güneş, yeşil çam ağaçları, yeşil bambu ağaçları, şakayıklar ve kırmızı erik çiçeklerinden oluşan panaromik bir fon üzerindeki Ankaya Tapınan Yüz Kuş eseri ile ün kazanmıştır.

Resim

Çin resminin geçmişi, yaklaşık 6,000 yıl önce Neolitik Çağdaki boyalı çanak çömleklere uzanmaktadır. Savaşan Devletler Döneminde Chu devletinde yapılmış olan "Ejderha ve Anka" ile "BirEjderhanın Ehlileştirilmesi" adlı iki resim, Çin'de bugüne kadar bulunmuş olan en eksi resimlerdir. Bunlar, bugünkü Changsha kenti yakınlarındaki bir mezarda bulunmuşlardır. Geleneksel Çin resmi, Sui, Tang, Beş Hanedan ve Song dönemlerinde gelişmiştir. Sui Hanedanı dönemi ressamlarından Zhan Ziqian'ın İlkbaharda Yolculuk adlı eseri, bazen Çin peyzaj resminin en değerli parçası olarak kabul edilmektedir. "Bilge Ressam" olarak bilinen Tang Hanedanı ressamı Wu Daozi, çağlar boyunca koleksiyoncuların peşinden koştuğu eserler üretmiştir. Song Hanedanı döneminde Zhang Zeduan tarafından 24.8 cm eninde 258 cm genişliğindeki bir ipek parşömen üzerine yapılan Qingming Festivalinde Nehir Kenarı Manzaraları adlı resim, Kuzey Song devletinin başkenti Bianliang'daki (günümüzdeki Kaifeng) yoğun günlük yaşamı canlı bir şekilde tasvir etmektedir. Resimdeki güzellik ve bilgi zenginliği, bugün hala görenleri hayran bırakmaktadır. Yuan Hanedanı döneminde mürekkeple boyama hanedanları döneminde Ming döneminde yasamış olan Shen Zhou, Wen Zhengming, Tang Yin (Bo-hu) ve Qiu Ying ve Qing döneminde yasamış olan Zhu Da (Badashanren), Shi Tao, Zheng Xie (Banqiao) ve Li Shan gibi bir çok tanınmış ressam yetişmiştir. Çince'de "guohua" olarak bilinen geleneksel Çin resimleri, kağıt veya ipek üzerine mürekkep ve/veya renklerle boyanmaktadır. Çin resimleri genellikle iki tarza ayrılır: xieyi (ölçü ve araç kullanmadan elle yapılan resim) ve gongbi ("maharetli fırça"). Xieyi'nin özelliği, mürekkep tonunun dikkatli kontrolü, kısıtlanmamış fırça darbeleri kullanılması ve gereksiz fırça darbeleri olmamasıdır. Manzaraların, şekillerin ve öteki nesnelerin özü, asgari düzeyde ifade edici mürekkeple verilmektedir. Gongbi resimlerindeki fırça çalışması ise bunun aksine ince ve görsel olarak karmaşıktır. Kesinlik, ayrıntılara önem verilmesi ile sağlanır; baştaki saç veya bir kuşun kanatlarındaki tüyler, düzgün ve dikkatli bir şekilde çizilir. Çağdaş ressam Zhang Daqian, xieyi alanındaki becerisiyle tanınmıştır. Bir başka tanınmış ressam olan Qi Baishi, bazen xieyi ve gongbi'nin iki zıt tekniğini bir resimde birleştirerek, bazılarına göre yeni bir tarz yaratmıştır. Modern dönemin öteki tanınmış ressamları arasında Xu Beihong, Pan Tianshou, Huang Binhong, Li Kuchan, Li Keran, Fu Baoshi, Liu Haisu, Ye Qianyu ve Guan Shanyue bulunmaktadır.

Çin, ayrıca yağlıboya, grafik ve suluboya gibi Batı tarzı resim dallarında büyük ilerleme kaydetmiştir. Bazı güzel sanatlar fakültelerinde ve okullarında Batı tarzı resim dersleri verilmektedir. Birçok Çinli ressam, geleneksel Çin resim tekniklerini Batı teknikleri ile birleştiren sanat eserleri yaratarak Çin sanat dünyasına yeni bir ışık getirmişlerdir.

Seramik
Çin'de çok eski zamanlardan bu yana üretilmektedir. Günümüzde başlıca porselen üreticileri arasında Jiangxi'deki Jingdez-hen, Hunan'daki Liling, Fujian'daki Dehua, Hebei'deki Tangshan ve Handan, Henan'daki Linru ve Yuxian, Zhejiang'daki Longquan ve Shandong'daki Zibo bulunmaktadır. Çin'in tanınmış porselen merkezi olan Jingdezhen'de üretilen porselen, gerek ülke iÇinde gerekse dışarıda meşhurdur. Bir halk deyişinde ifade edildiği gibi "yeşim kadar beyaz, bir ayna kadar parlak, bir kağıt kadar ince ve bir çan sesi kadar tınılıdır". Bu kentin ince, mavi ve beyaz, gül ve renkli sırlı porselenleri  bütün dünyada meşhurdur. Jiangsu'daki Yixing kenti, aynı renkteki yerel kilden yapılan morumsu-kahverengi çaydanlıkları nedeniyle Çin'in çanak çömlek başkenti olarak bilinmektedir. Basit bir biçime sahip olan ince dokulu çaydanlıklar, belirgin bir Çin tarzını yansıtmaktadır. Bir Yixing çaydanlığında yapılan çay, bu morumsu-kahverengi kilin özel kalitesi sayesinde güzel kokusu ve lezzetini uzun süre muhafaza eder. Aynı şekilde bir Yixing güvecinde pişirilen yemek çok lezzetlidir. 









Yeşim taşını yakından inceleyelim:
Yeşim, binlerce yıldır Çin'de bilinir ve kullanılırdı. Daha M.Ö. 3000 civarlarında yeşim Çin'de yukraliyet cevheri olarak tanınırdı. En çok insan kafası, hayvan, ağaç, mobilya gibi heykelcikler yapımında kullanılmıştır. ABD yüklü paralar ödeyerek Çin'den satın aldığı yeşim heykelcikleri müzelerinde saklamaktadır. Çin'de kullanılan yeşim genel olarak nefritti. Çinliler 17. yüzyıldan sonra Burma jadeitlerinin bulunmasıyla oymalarda ve diğer araçlarda jadeit kullanmaya başlamışlardır.


 
 

23 Ekim 2013 Çarşamba

MISIR MEDENİYETİ VE FİRAVUNLAR

Ben size öncelikle biraz mısır medeniyetinin bilinmeyen geçmişinden biraz bahsetmek istiyorum.
Günümüzden 3750 yıl önce de Mısır'la ilgili bilgilere ulaşılmakta büyük zorluklar çekiliyordu... Çünkü Mısır'ın geçmişi çok daha ötelere uzanıyordu...

Kısa süren Hiksos, Asur ve Pers istilaları dışında Mısır, sürekli ve uzun bir tarihe sahiptir. Etrafının çöller ve denizlerle çevrili olması sebebiyle dış etkiler fazla olmamıştır. Bu yönüyle Mısır medeniyeti, kendine özgü şartlar içinde doğan ve gelişen medeniyettir.

Mısır'ın geçmişi deyince birçoklarımızın aklına hemen Firavunlar devri gelir... Firavunlar arasında en fazla duyulanı ise kuşkusuz ki, Ramses'tir... Özellikle de Klâsik Tarihçiler'in en fazla üzerinde durdukları Mısır'ın geçmiş tarihi, işte bu dö­nemlerdir... Ancak bu tarihler, Mısır'ın çok yakın dönemleri­dir. Mısır'ın geçmi.şini sorgulamak istiyorsak, bu tarihlerin çok daha ötelerine uzanmamız gerekir...

Örneğin M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop'un dönemi bizim için oldukça eski bir tarihi ifade eder. Ve Klâsik Tarihçiler ancak bu tarihlere kadar geriye giderek, "Mısır Kültürü" ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunmaya çalışmışlardır. Ancak bu tarih Mısır'ın geçmişini kapsamaz. Mısır'ın geçmişi, bu tarihlerden çok daha eskilere dayanır. Bunu şöy­le bir örnekle daha açık anlatmaya çalışalım:

M.Ö. 1750'lerde yaşayan Kral Nefer-hetop Osiris'e tıpa tıp benzeyen bir heykel yaptırmaya karar verdiğinde, katiplerini araştırma yapmaları için Heliopolis Kütüphanesi'nin eski arşivlerine yollamıştı. Çünkü orijinalliğinden emin olacakları bir Osiris resmi arıyorlardı!... Yani günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce...

Yine günümüzden yaklaşık 3150 yıl önce yaşamış IV. Ramses'in de Mısır'ın kökenleriyle ilgili benzer antik araştır­malar yaptırdığı bilinmektedir.

Evet... O dönemlerde de Mısır'ın geçmişi ve kökeni araştırılıyordu!...

Şunu söylemek istiyorum ki, bizim için hayli eski bir dö­nemi ifade eden bu tarihler bile, Mısır'ın geçmişi ile karşılaş­tırıldığında hiç bir şey ifade etmemektedir.

Antik Mısır Uygarlığı dendiğinde karşımıza çıkan tarih; bizleri istesek de, istemesek de çok daha gerilere götürür. Hem de binlerce değil en az 10-12 bin yıl öncelerine... Bu nedenle Kral Nefer-hetop kendi döneminde Mısır'ın geçmişi ile ilgili bir bilgiyi araştırırken, yaklaşık 7000 - 9000 yıl öncesiyle ilgili tarihi bilgilere ulaşmaya çalışmaktaydı. Gi­zemi binlerce yıl öncesine ait Osiris'e ait bir resim bulmaya çalışan Kral Nefer-hetop'dan bugüne gelinceye kadar geçen süre, Mısır'ın geçmişini daha da unutturmuş ve bizi 10.000 yı­lı aşkın bir zaman süreciyle karşı karşıya bırakmıştır. İşte bizim araştırdığımız "Antik Mısır Sırları"nın dayandığı geçmiş böylesine devasa bir süreçle ilgilidir.


Mısır Medeniyetinde;


A. Devlet Yönetimi
Mezopotamya'da olduğu gibi Mısır'da da siyasi teşkilatlanma, şehir devletlerinin (nom) kurulmasıyla başladı. MÖ 3000 yıllarında Menes, siyasi birliği sağladı.Mısır mutlak bir krallıkla yönetiliyordu. Krallara Firavun denirdi. Aynı zamanda tanrısal bir güce sahip olduğuna inanılan firavunların halk üzerinde büyük bir etkisi vardı. Kraldan sonra en geniş yetkilere sahip olan iki vezir bulunurdu. Mısır'da katiplik en yüksek memurluktu. Yönetim bakımından illere ayrılmıştı.Her ilin başında vali bulunurdu.
Mısır zengin bir ülkeydi. Bu sebeble başlangıçta savunma amacıyla, daha sonraları sınırları genişletme amacıyla güçlü bir ordu kuruldu. Büyük kısmı yaya askerlerden oluşuyordu. Firavuna bağlı birliklere maaş ödenirdi. Eyaletlerdeki askerlere ise verilen topraklarla geçinirdi. İhtiyaç halinde halktan da asker toplanırdı.
Gelişmiş bir medeni ve ceza hukuku vardı. Miras konusunda kadın ve erkek eşitti. İlk firavundan itibaren çıkarılan kanunlar sekiz kitapta toplanmıştı. Her şehirde mahkeme bulunurdu. Bunların üzerinde "Altı Büyük Ev" adında yüksek mahkeme bulunurdu.

B. Din ve İnanış
Mısır'da, devlet yönetimi, sosyal hayat, sanat, tıp ve diğer alanlarda dinin büyük etkisi vardı. Mısır'ın en büyük tanrısı, Güneş Tanrısı "Amon-Ra" idi. Mısırlılar, tanrıları genellikle hayvan ve bazen de insan şeklinde düşünürlerdi. Bu nedenle tanrılar için tapınaklar yapmışlardır. Mısırlılar, öldükten sonra da yaşayacaklarına inanırlardı. Ancak, bunun için, ölen kişinin cesedinin bozulmaması gerekiyordu. Bu inanışın etkisiyle cesetler mumyalanırdı. Ölen kişinin ruhu, Oziris tarafından sorgulanırdı. Firavun IV.Amenofis, Mısır'da tek tanrılı bir din yaymaya çalışmıssa da başarılı olamadı.

C. Sosyal ve İktisadi Hayat
Mısır'da firavunlar ve üst yöneticiler dışında halk, çeşitli sınıflara ayrılıyordu. Bunlar memurlar ve katiplerrahipleraskerlerşehirliler, köylüler ve kölelerdi. Mısır ekonomisi tarım gelirlerine bağlı idi. Mısır'da canlı bir ticaret hayatı vardı. Önceleri takas usulüne dayanan ticarette, zamanla değerli madenler para yerine kullanıldı.

D. Yazı,Dil ve Edebiyat

Ayrıca Eski Mısır'da firavunlar, hükümdar ve ülkenin mutlak efendileriydi. Eski Mısır dilindeki "per-aâ" 'dan gelen firavun sözcüğü, önceleri krallık sarayını belirtirken, XXII. sülale döneminde bu sarayın sahibi, yani Mısır kralı da bu adla anılmaya başlanmış, bu anlamıyla sözcük, ilk olarak İbraniler tarafından yaygın biçimde kullanılmıştır. 

Eski Mısır'ın günümüze ulaşmış olan görkemli yapıları, yani piramitler, sfenksler veya obeliskler, yüz binlerce köle işçinin yıllar boyunca kırbaç ve açlık tehdidiyle ölesiye çalıştırılmalarıyla inşa edilmiştir.
Mısır'ın mutlak hakimleri olan Firavunlar, kendilerini "ilah" olarak göstermiş ve insanların kendilerine tapınmalarını istemişlerdir.
Eski Mısır hakkında bize bilgi ulaştıran kaynakların birisi, elbette Eski Mısır'ın kendi yazıtlarıdır. 19. yüzyılda ele geçen bu yazıtlar, aynı dönemde uzun çalışmalar sonucunda Mısır alfabesinin çözülmesiyle anlaşılmış ve Mısır tarihi hakkında pek çok bilgi ortaya çıkmıştır. 

D. Yazı,Dil ve Edebiyat
Mısır yazısına "hiyeroglif" (kutsal resim) denirdi. Hiyeroglifler taşlar üzerine ya da papirüs denilen bir tür kağıda yazılırdı. Hiyeroglif zamanla sadeleşerek "hiyeratik" ve "demotik" adı verilen yazı şeklini aldı. Hiyeroglif yazısı 1822'de Fransız Şampolyon tarafından okundu.Edebiyatı ilk zamanlar dini nitelikli eserler çoğunluktayken, sonraları seyahat yazıları, hikayeler, felsefi yazılar yazılmıştır.
E. Bilim ve Sanat
Mısır sanatının önemli eserleri piramitler ve tapınaklardır. Firavunlar adına yapılan piramitler, ölümsüzlüğün bir işaretiydi. Bilim adamları çoğunlukla rahiplerdi. Mısırlılar, yıldızların insan hayatı üzerinde etkisi olduğuna inanırlardı. Bu sebeble yıldızları incelediler ve astronomi ilmi doğdu. Mısırlılar, Nil'in taşması ile sınırların kaybolan tarlaların sınırlarını bulmak için geometri ve aritmetiğe önem verdiler. Çok erken zamanlarından itibaren Mısır'da 365 günlük takvimi bulup kullandılar. Yılı dörder aylık üç mevsime böldüler. (Taşma, ekme, biçme)

Mısır'da tıp bilimi de rahiplerin elinde gelişti. Mısırlı doktorlar insan vücudunu incelediler. Hastalıkların sebebleri üzerinde durup tedavi yolları aradılar. Mumyacılığın gelişmesi, insan vücudunun yakından tanınmasını, anatomisi ve tıp bilimlerinin gelişmesini sağladı.
Tapınaklar ise, firavunların kazandıkları başarılara şükretme düşüncesiyle yapılmıştır.